Yıldırım Belediyesi
Yıldırım Belediyesi
Ömer Küçükkaya
Köşe Yazarı
Ömer Küçükkaya
 

Bayrak inmez! Baş eğilmez...

Küresel coğrafyanın en güçlü jeostratejik konumunlarından birinde yüzyıllardır hakimiyet kuran bir ülkeyiz. Dünya devletlerinin tarihini okurken Türkiye'yi, Osmanlı ve Selçuklu olmaksızın okumak hata olur. Bu denklemde hem sokakta hem sosyal medyada hem de kahve köşelerinde dolaşan lakırdılara gazeteci bakış açısı ile bir değerlendirme yapmak farz oldu. Türkiye'nin 33 şehit verdiği bir dönemde vatandaşların çoğu yas ilan edilmesini ve bayrakların yarıya indirilmesini gündeme getirmeye taşıyor. Öyle ki, başka devletlerde vefat eden liderlere saygı babında bayrak indirilirken, 33 şehit için neden bayrak indirilmiyor! Yas ilan edilmiyor! Ve benzeri sorular siyasi anlamda da yükseltilen bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.   Hafızanızı biraz yokladığınızda ve takvim yılınızı 1993 yılına aldığınızda orada 33 askerimizin katledildiği bir terör saldırısı ile yüzleşirsiniz. Bugüne geri geldiğimizde bayrağı ve ordusu olan Suriye ve Rusya'nın saldırmak suretiyle şehit ettiği 33 askerimiz ile yüzleşiriz. Türkiye'nin bir terör olayı, trafik kazası, başka devlet liderlerine saygı babında yada afet veya olağanüstü bir durumda yas ilan etmesi, bayrakları yarıya indirmesi ve şehit olan ya da vefat edenlere saygı babında yas ilan edilmesi olması gereken doğru bir davranış. Ama sonucunun ve ortada olduğu şeklinin net bir savaş sürecini belirginleştirdiği kesin olan bir saldırı sonrasında bayrakları indirmek, yas ilan etmek tek cümle ile 'teslim olmak' demektir.   Türkiye'nin ortalama olarak 10 yıldır net bir Suriye süreci içerisinde bulunduğunu ve bu bataklığa saplandığını ifade edenler nedense, 15 Ağustos 1984 PKK saldırılarını gündeme taşımıyor! Türkiye ilk defa 15 Ağustos 1984 tarihinde Abdullah Öcalan'ın emir ve talimatıyla saat 21:30 sularında Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçelerine PKK mensuplarınca baskın usulü saldırı ile terörün soğuk ve kanlı yüzünü gördü. Yine aynı örgüt mensupları karakollara ve askeri lojmanlara bombalı ve silahlı saldırı düzenleyerek onlarca askerimizi ve vatandaşımızı şehit etti. 1984 yılından bugüne Türkiye, başta Irak ve Suriye olmak üzere Doğu ve Güneydoğu sınırlarında üniformalı ya da üniformasız birçok silahlı unsur ve casus ile her anlamda mücadele etti, ediyor. Ve bu süreçlerde onlarca Hükümet ile Başbakan, Bakan, Milletvekili ve Cumhurbaşkanı değişti! Lakin bugün gelinen nokta bayrağı, sancağı, ordusu ve kamusal varlığı olan Suriye ve Rusya gibi iki devlet ile var olan karşılıklı savaş ortamı. Böyle bir durumda Türkiye'nin bayrakları indirmesi ve yas ilan etmesi stratejik açıdan kesinlikle doğru değil...   Putin ortada mı geziyor?   Ve elbette Suriye ile ilgili provokasyon çıkışlarında bir diğer kavram 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nerede' ve diğeride 'neden herşeyi Vali açıklıyor?' Elbette Türkiye'nin Suriye'ye tek başına Ak Parti onaylı bir tezkere ile sınırötesi operasyon düzenlemediğini kabul etmek zorundayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bugün İdlib saldırılarını Ak Parti ile birlikte kınayan ve ortak açıklama yapan Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti'de fezlekeye imza atmıştı. Ve yine Türkiye'nin bir yanda Korona Virüsü ile etkin mücadele süreci bir yandanda var olan savaş sürecini değerlendirdiğimizde ulusal anlamda Ankara'nın önceliği Devlet Güvenliği'nden ötesi değildir. Devlet Güvenliği de devlet büyüklerinin korunması ile başlar! Ve bu hususta Cumhurbaşkanı dahil kimse var olan prosedür ötesine geçemez. Çok aksiyon filmi izleyen milletimiz ve lakırdıcı arkadaşlar Beyaz Saray ve Amerika Başkanına yönelik saldırılara ilişkin videoları hatırladıklarında durumun inceliğini anlayacaklardır. Ve yine Türkiye'ye bir Korona Virüsü saldırısı yapılmak istendiğini şehitlerimiz nedeniyle unutan bir toplum olduk! İran'da Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sağlık Bakanı Yardımcısı ve çok sayıda üst düzey yönetici bu biyolojik saldırı ile mücadele ediyor. Ve Türkiye'ye de benzer bir saldırı planlandığını istihbarat kanallarını yokladığımızda görüyoruz.  Ve öte yandan Türkiye, siyasal ve otoriter gücünü ortaya koymak adına hiçbir şekilde ekranlara çıkarak yada ben burdayım diyerek somutlaştırmayan Suriye, Rusya ve Dünya ülkelerine sadece Vali makamı ile devlet olma inceliğinde net bir stratejik diplomasi mesajı veriyor. Elbette mesajı alması gereken alıyor ki, Putin ile Erdoğan'ın yüzyüze görüşmesi gündeme geldi.   Ve yine herşeyin ötesinde sanki Rusya Devlet Başkanı Putin, elini kolunu sallıyor ve ortada geziyorda Erdoğan nerede sorusunu birileri soruyor. Lütfen hükümeti veya Ak Parti'yi ortaya koymak pahasına Cumhurbaşkanlığı makamını ve Türkiye'yi hedefe oturtmayın! Cahillik ile ihanet arasında ki ince çizgide gezen onlarca vatandaşımız, bazen sessiz kalmanın değerini bilmeli!   Birleşmiş Milletler aracı olmalı...   Sözün kısa kısmında yani özetinde ise, uzlaşı ortamının sağlanmasını değerlendirmek gerekiyor. Ateş ile barut olan heryerde bir kıvılcım ile çok canlar yanar. Afganistan, Pakistan, Irak ve Suriye'nin on yıllardır içinde bulundukları durum ortada. Ve yine birilerinin Kara Murat misali Suriye'ye dalalım çıkışlarına tek cümle ile cevap verecek olursak, 'Suriyeliler gitsin diye her yola başvuranları görmüyor değiliz' diyerek cevap vermek gerekiyor. Daha Suriyeli mülteci kardeşlerimize tahammül edemeyen, 33 askerimizin şehit haberlerini ve acılarını taşıyamayarak provokasyon süreci yürütmek isteyenleri de görmeliyiz! Dediğim gibi, cehalet ile ihanet arasında çok ince bir çizgi var...   Türkiye, Suriye ve Rusya üçgeninde söz artık Birleşmiş Milletlerde. Bir barış veya uzlaşı ortamı yaratılmak isteniyorsa, Birleşmiş Milletler Türkiye başta olmak üzere üç ülkenin ortak şartlarında buluşarak sonuca varmalı. Türkiye'de bulunan 5 milyon Suriyelinin ve yine küresel çaptaki mültecilerin ülkelerine dönmeleri, hiçbir suretle yargılanmamaları, ekonomik ve sosyal yaşamlarına eski bulundukları yerlerde yeniden başlamaları, buralara Birleşmiş Milletler fonu ile yeniden kentler kurulmasının sağlanması ve Soçi mutabakatı yerine İdlib anlaşması ile diğer hususlarda değerlendirilerek çözüm bulunması, yeni bir anayasa ve demokratik seçim sürecinin işletilmesi gibi koşulları olumlandırarak Birleşmiş Milletler tarafundan mevcut durum somutlaştırılmak ve iyileştirilmek zorunda.   Tüm bu değerlendirmeler ışığında Bursa'ya, İstanbul'a, Ankara'ya, Erzurum'a, Gaziantep'e, Hakkari'ye, Trabzon'a, Diyarbakır'a, Rize'ye, İzmir'e kısacası Türkiye'ye düşen tek bir gerçek var. Oda, askerlerimiz savaşırken bizler milletçe ve toplumca birlik olarak dua etmeli ve ekonomilerimizi güçlendirmeliyiz. Ne aç bir evimiz, ne açıkta bir insanımız kalmamalı. Allah yar ve yardımcımız olsun. Dualarımız devletimiz ve ordumuzla. Şehitlerimize rahmet acılı ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum.
Ekleme Tarihi: 29 Şubat 2020 - Cumartesi

Bayrak inmez! Baş eğilmez...

Küresel coğrafyanın en güçlü jeostratejik konumunlarından birinde yüzyıllardır hakimiyet kuran bir ülkeyiz. Dünya devletlerinin tarihini okurken Türkiye'yi, Osmanlı ve Selçuklu olmaksızın okumak hata olur. Bu denklemde hem sokakta hem sosyal medyada hem de kahve köşelerinde dolaşan lakırdılara gazeteci bakış açısı ile bir değerlendirme yapmak farz oldu. Türkiye'nin 33 şehit verdiği bir dönemde vatandaşların çoğu yas ilan edilmesini ve bayrakların yarıya indirilmesini gündeme getirmeye taşıyor. Öyle ki, başka devletlerde vefat eden liderlere saygı babında bayrak indirilirken, 33 şehit için neden bayrak indirilmiyor! Yas ilan edilmiyor! Ve benzeri sorular siyasi anlamda da yükseltilen bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

 

Hafızanızı biraz yokladığınızda ve takvim yılınızı 1993 yılına aldığınızda orada 33 askerimizin katledildiği bir terör saldırısı ile yüzleşirsiniz. Bugüne geri geldiğimizde bayrağı ve ordusu olan Suriye ve Rusya'nın saldırmak suretiyle şehit ettiği 33 askerimiz ile yüzleşiriz. Türkiye'nin bir terör olayı, trafik kazası, başka devlet liderlerine saygı babında yada afet veya olağanüstü bir durumda yas ilan etmesi, bayrakları yarıya indirmesi ve şehit olan ya da vefat edenlere saygı babında yas ilan edilmesi olması gereken doğru bir davranış. Ama sonucunun ve ortada olduğu şeklinin net bir savaş sürecini belirginleştirdiği kesin olan bir saldırı sonrasında bayrakları indirmek, yas ilan etmek tek cümle ile 'teslim olmak' demektir.

 

Türkiye'nin ortalama olarak 10 yıldır net bir Suriye süreci içerisinde bulunduğunu ve bu bataklığa saplandığını ifade edenler nedense, 15 Ağustos 1984 PKK saldırılarını gündeme taşımıyor! Türkiye ilk defa 15 Ağustos 1984 tarihinde Abdullah Öcalan'ın emir ve talimatıyla saat 21:30 sularında Siirt'in Eruh ve Hakkâri'nin Şemdinli ilçelerine PKK mensuplarınca baskın usulü saldırı ile terörün soğuk ve kanlı yüzünü gördü. Yine aynı örgüt mensupları karakollara ve askeri lojmanlara bombalı ve silahlı saldırı düzenleyerek onlarca askerimizi ve vatandaşımızı şehit etti. 1984 yılından bugüne Türkiye, başta Irak ve Suriye olmak üzere Doğu ve Güneydoğu sınırlarında üniformalı ya da üniformasız birçok silahlı unsur ve casus ile her anlamda mücadele etti, ediyor. Ve bu süreçlerde onlarca Hükümet ile Başbakan, Bakan, Milletvekili ve Cumhurbaşkanı değişti! Lakin bugün gelinen nokta bayrağı, sancağı, ordusu ve kamusal varlığı olan Suriye ve Rusya gibi iki devlet ile var olan karşılıklı savaş ortamı. Böyle bir durumda Türkiye'nin bayrakları indirmesi ve yas ilan etmesi stratejik açıdan kesinlikle doğru değil...

 

Putin ortada mı geziyor?

 

Ve elbette Suriye ile ilgili provokasyon çıkışlarında bir diğer kavram 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nerede' ve diğeride 'neden herşeyi Vali açıklıyor?' Elbette Türkiye'nin Suriye'ye tek başına Ak Parti onaylı bir tezkere ile sınırötesi operasyon düzenlemediğini kabul etmek zorundayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bugün İdlib saldırılarını Ak Parti ile birlikte kınayan ve ortak açıklama yapan Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti'de fezlekeye imza atmıştı. Ve yine Türkiye'nin bir yanda Korona Virüsü ile etkin mücadele süreci bir yandanda var olan savaş sürecini değerlendirdiğimizde ulusal anlamda Ankara'nın önceliği Devlet Güvenliği'nden ötesi değildir. Devlet Güvenliği de devlet büyüklerinin korunması ile başlar! Ve bu hususta Cumhurbaşkanı dahil kimse var olan prosedür ötesine geçemez. Çok aksiyon filmi izleyen milletimiz ve lakırdıcı arkadaşlar Beyaz Saray ve Amerika Başkanına yönelik saldırılara ilişkin videoları hatırladıklarında durumun inceliğini anlayacaklardır. Ve yine Türkiye'ye bir Korona Virüsü saldırısı yapılmak istendiğini şehitlerimiz nedeniyle unutan bir toplum olduk! İran'da Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sağlık Bakanı Yardımcısı ve çok sayıda üst düzey yönetici bu biyolojik saldırı ile mücadele ediyor. Ve Türkiye'ye de benzer bir saldırı planlandığını istihbarat kanallarını yokladığımızda görüyoruz.  Ve öte yandan Türkiye, siyasal ve otoriter gücünü ortaya koymak adına hiçbir şekilde ekranlara çıkarak yada ben burdayım diyerek somutlaştırmayan Suriye, Rusya ve Dünya ülkelerine sadece Vali makamı ile devlet olma inceliğinde net bir stratejik diplomasi mesajı veriyor. Elbette mesajı alması gereken alıyor ki, Putin ile Erdoğan'ın yüzyüze görüşmesi gündeme geldi.

 

Ve yine herşeyin ötesinde sanki Rusya Devlet Başkanı Putin, elini kolunu sallıyor ve ortada geziyorda Erdoğan nerede sorusunu birileri soruyor. Lütfen hükümeti veya Ak Parti'yi ortaya koymak pahasına Cumhurbaşkanlığı makamını ve Türkiye'yi hedefe oturtmayın! Cahillik ile ihanet arasında ki ince çizgide gezen onlarca vatandaşımız, bazen sessiz kalmanın değerini bilmeli!

 

Birleşmiş Milletler aracı olmalı...

 

Sözün kısa kısmında yani özetinde ise, uzlaşı ortamının sağlanmasını değerlendirmek gerekiyor. Ateş ile barut olan heryerde bir kıvılcım ile çok canlar yanar. Afganistan, Pakistan, Irak ve Suriye'nin on yıllardır içinde bulundukları durum ortada. Ve yine birilerinin Kara Murat misali Suriye'ye dalalım çıkışlarına tek cümle ile cevap verecek olursak, 'Suriyeliler gitsin diye her yola başvuranları görmüyor değiliz' diyerek cevap vermek gerekiyor. Daha Suriyeli mülteci kardeşlerimize tahammül edemeyen, 33 askerimizin şehit haberlerini ve acılarını taşıyamayarak provokasyon süreci yürütmek isteyenleri de görmeliyiz! Dediğim gibi, cehalet ile ihanet arasında çok ince bir çizgi var...

 

Türkiye, Suriye ve Rusya üçgeninde söz artık Birleşmiş Milletlerde. Bir barış veya uzlaşı ortamı yaratılmak isteniyorsa, Birleşmiş Milletler Türkiye başta olmak üzere üç ülkenin ortak şartlarında buluşarak sonuca varmalı. Türkiye'de bulunan 5 milyon Suriyelinin ve yine küresel çaptaki mültecilerin ülkelerine dönmeleri, hiçbir suretle yargılanmamaları, ekonomik ve sosyal yaşamlarına eski bulundukları yerlerde yeniden başlamaları, buralara Birleşmiş Milletler fonu ile yeniden kentler kurulmasının sağlanması ve Soçi mutabakatı yerine İdlib anlaşması ile diğer hususlarda değerlendirilerek çözüm bulunması, yeni bir anayasa ve demokratik seçim sürecinin işletilmesi gibi koşulları olumlandırarak Birleşmiş Milletler tarafundan mevcut durum somutlaştırılmak ve iyileştirilmek zorunda.

 

Tüm bu değerlendirmeler ışığında Bursa'ya, İstanbul'a, Ankara'ya, Erzurum'a, Gaziantep'e, Hakkari'ye, Trabzon'a, Diyarbakır'a, Rize'ye, İzmir'e kısacası Türkiye'ye düşen tek bir gerçek var. Oda, askerlerimiz savaşırken bizler milletçe ve toplumca birlik olarak dua etmeli ve ekonomilerimizi güçlendirmeliyiz. Ne aç bir evimiz, ne açıkta bir insanımız kalmamalı. Allah yar ve yardımcımız olsun. Dualarımız devletimiz ve ordumuzla. Şehitlerimize rahmet acılı ailelerine ve milletimize sabırlar diliyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ekosektor.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.