Hayatımızın önemli bir kısmı artık ekranlarda akıyor. Attığımız adımlar, yediğimiz yemekler, gittiğimiz yerler, hatta hissettiklerimiz bile sosyal medyanın küçük pencerelerine sığıyor. Paylaşıyoruz, görüyoruz, beğeniyoruz, takip ediyoruz… Fakat tüm bu hareketlerin arasında çoğu zaman fark etmediğimiz bir şey var: Gerçeklik ile sosyal medya arasında görünmez bir duvar yükseliyor.Bu duvar, ince ve neredeyse şeffaf; o yüzden varlığını fark etmek zor. Ama bizi ayırdığı şey çok belirgin: gerçek hayat kusurludur, sosyal medya ise kusursuz görünür. İnsanlar genellikle yalnızca en mutlu anlarını, en güzel açılarını, en parıldayan başarılarını gösterirler. Böylece ortaya filtreden geçmiş, düzenlenmiş ve idealize edilmiş bir dünya çıkar. Biz de bu dünyanın içinde gezinirken kendi hayatımızı, eksiklerimizi ve mücadelelerimizi bu “ideal” görüntülerle karşılaştırırız. Tam da burada psikolojik bir tuzak oluşur. Başkalarının “en iyi hâllerini”, kendi “en zor hâllerimizle” kıyaslarız. Sonra da “Ben neden böyle değilim?” diye sorgularız. Oysa bilmediğimiz şey şudur: Kimse görmediğimiz o diğer yüzde, aynı bizim gibi kırılgan, yorgun, belirsizliklerle dolu… Ama sosyal medya bu gerçekliğin üzerini ustalıkla örter.
Sosyal medyada gördüğümüz şey, çoğu zaman bir hikâyenin sadece vitrini gibidir. Vitrin güzeldir, ışıklıdır, özenlidir. Ama vitrin arkasında dağınıklıklar, eksiklikler, iniş çıkışlar vardır. Bu doğal bir durumdur; insan olmak da zaten tam olarak budur. Ancak biz vitrini hayatın tamamı sanmaya başladığımızda, kendimize karşı acımasızlaşırız.Bu görünmez duvar sadece başkalarıyla aramıza değil, bazen kendimizle aramıza da girer. Gerçek duygularımızı bastırır, “paylaşmalık” anlar yaratmaya çalışır, anın içinde olmak yerine “nasıl görünür” diye düşünmeye başlarız. Böylece yaşamın kendisi değil, dışarıya sunduğumuz versiyonu önem kazanır. İçimizdeki gerçek deneyimler, dışarıdaki gösterinin gölgesinde kalır.
Oysa sosyal medya, hayatın kendisi değildir; sadece küçük bir parçasıdır. Gerçeklik hâlâ insanlarla yüz yüze kurduğumuz bağlarda, yalnız kaldığımız anlarda, filtresiz duygularımızdadır. Sosyal medyanın iyi yanları elbette ki var—ilham olur, bağlantı kurar, bilgi taşır. Ama önemli olan, bu görünmez duvarı fark edebilmek ve onun bizi yönetmesine izin vermemektir. Belki de zaman zaman kendimize şu soruyu hatırlatmak iyidir: “Gördüklerim gerçek mi, yoksa seçilmiş bir gerçeklik mi?” Bu soruyu sorduğumuz gün, sosyal medya ile hayat arasındaki o duvar biraz daha incelir. Çünkü gerçek mutluluk, ekranlarda değil; hayatın filtresiz anlarında saklıdır
